P
Padişahbet
Administrator
Yönetici
Mora İsyanı'nın ilk ve en önemli mevzilerinden biri Navarin'di. Türk nüfusunun yoğun olduğu bu kale, aylarca kuşatma altında kalmıştı. Halk uzun süren kuşatmaya azimle dirense de, birkaç ay sonunda şehrin erzakı neredeyse tamamen tükenmişti.
Bunun üzerine Yunan çetelerine komutanlık yapan İngiliz General Gordon, Osmanlı yetkileri ile müzakereye başladı. Osmanlılar, kaledekilerin açlık ve susuzluktan kırılmaması için anlaşma yapmaya karar verdiler.Şehir kapıları açılacak, karşılığında tüm sivillerin gemilerle Mısır'a gitmelerine izin verilecekti.
Takvimler 19 Ağustos 1821'i gösterdiğinde kapılar açıldı. Ancak Yunanlar anlaşmanın şartlarına uymak şöyle dursun, gözü dönmüş vahşiler olarak etrafa dehşet saçmaya başladılar. Yunanların hücumu sırasında güç bela kaçabilen 160 kişi dışında, yaklaşık 3 bin Türk korkunç şekilde katledildi.
Tarihçi George Finlay, Phrantzes adlı Yunan bir rahibin katliama tanıklık ettiğini söyledi ve onun anlattıklarını şu şekilde kayda döktü:
"Kollarında bebekleri olan annelerin kıyafetleri çalındı ve tek gizlenme yeri olan denize koştular, suda çömelirken insan olmayan tüfekli askerler tarafından vuruldular. Yunanlar bebekleri annelerinin kollarından aldı ve kayalara vurdu. Üç ve dört yaşlarındaki çocuklar denize atılarak boğuldu. Katliam bittiğinde cesetler ya denize atıldı ya da sahile yığıldı ve bir salgın hastalık tehdidiyle karşı karşıya kalındı."
Bu kayıtları tutan George Finlay koyu bir Türk ve Müslüman düşmanıydı. Yunan bağımsızlığı için adeta yanıp tutuşuyordu. Ancak günün sonunda o bile yapılan bu soykırım yaşadığı tiksinti ve dehşeti unutmamıştı.
İngiliz General Gordon anlaşmaya uymadıkları için Yunan çetelere ateş püskürüyordu. Yunan müzakereci Poniropolous'un, General Gordon'a yanıtı ise günümüzde bu katliamlarla ilgili belgelerin neden kısıtlı olduğunu gözler önüne seriyordu:
"Anlaşma belgesinin bir nüshası Türklerin elindeydi. Onlarla birlikte yok oldu. Bendekini de ben yaktım. Onlara dair hiçbir şey bırakmadık."
Katliamlar başlamadan önce Yunanistan'da yaklaşık 50 bin Türk yaşıyordu. 1821 yazının sonunda ise onların neredeyse tamamı öldürülmüş veya kaçmak zorunda bırakılmıştı.
İngiliz Tarihçi William St Clair Yunanistan'daki soykırımlar dizisini şöyle anlatmıştı:
"Yunanistan Türkleri kendilerinden sonra çok az iz bıraktılar. Onlar ansızın ve tamamen 1821 yazında yok oldular. Bu yok oluş tüm dünyanın gözlerinden uzak oldu ve arkalarınca ağlanmadı. Bu katliam acımasızca ve tereddütsüz hayata geçirildi."
Dünya neden yıllarca bu katliamlardan habersiz kaldı? Neden özellikle de Avrupalı kaynaklarda tüm bu yaşananlar onlarca yıl sonra, kısıtlı şekilde anlatıldı?
Söz konusu Osmanlı ve devamında Türkiye Cumhuriyeti olduğunda bizlere 'insan haklarını öğretme' kibri ile yaklaşan Batılılar, tarihte kendi elleriyle işlenen suçları unutturmaya çalıştılar.
Suçları görmezden gelindikçe ve hesap sorulmadıkça da katliamlarını tekrarladılar. Cezayir'de, Bosna'da, Ruanda'da, Suriye'de, Irak'ta ve elbette onların destekleri ile Filistin'de...
Avrupa'nın sözde medeniyet naralarına aldananların, Aliya İzzetbegoviç'in sözünü kulaklarına küpe etmeleri faydalı olacaktır:
"Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı; devam eden sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur."
Bunun üzerine Yunan çetelerine komutanlık yapan İngiliz General Gordon, Osmanlı yetkileri ile müzakereye başladı. Osmanlılar, kaledekilerin açlık ve susuzluktan kırılmaması için anlaşma yapmaya karar verdiler.Şehir kapıları açılacak, karşılığında tüm sivillerin gemilerle Mısır'a gitmelerine izin verilecekti.
İnsanlığın utanç günü
Takvimler 19 Ağustos 1821'i gösterdiğinde kapılar açıldı. Ancak Yunanlar anlaşmanın şartlarına uymak şöyle dursun, gözü dönmüş vahşiler olarak etrafa dehşet saçmaya başladılar. Yunanların hücumu sırasında güç bela kaçabilen 160 kişi dışında, yaklaşık 3 bin Türk korkunç şekilde katledildi.
Tarihçi George Finlay, Phrantzes adlı Yunan bir rahibin katliama tanıklık ettiğini söyledi ve onun anlattıklarını şu şekilde kayda döktü:
"Kollarında bebekleri olan annelerin kıyafetleri çalındı ve tek gizlenme yeri olan denize koştular, suda çömelirken insan olmayan tüfekli askerler tarafından vuruldular. Yunanlar bebekleri annelerinin kollarından aldı ve kayalara vurdu. Üç ve dört yaşlarındaki çocuklar denize atılarak boğuldu. Katliam bittiğinde cesetler ya denize atıldı ya da sahile yığıldı ve bir salgın hastalık tehdidiyle karşı karşıya kalındı."
Bu kayıtları tutan George Finlay koyu bir Türk ve Müslüman düşmanıydı. Yunan bağımsızlığı için adeta yanıp tutuşuyordu. Ancak günün sonunda o bile yapılan bu soykırım yaşadığı tiksinti ve dehşeti unutmamıştı.
Yunanlar tüm kanıtları yok etti
İngiliz General Gordon anlaşmaya uymadıkları için Yunan çetelere ateş püskürüyordu. Yunan müzakereci Poniropolous'un, General Gordon'a yanıtı ise günümüzde bu katliamlarla ilgili belgelerin neden kısıtlı olduğunu gözler önüne seriyordu:
"Anlaşma belgesinin bir nüshası Türklerin elindeydi. Onlarla birlikte yok oldu. Bendekini de ben yaktım. Onlara dair hiçbir şey bırakmadık."
Katliamlar başlamadan önce Yunanistan'da yaklaşık 50 bin Türk yaşıyordu. 1821 yazının sonunda ise onların neredeyse tamamı öldürülmüş veya kaçmak zorunda bırakılmıştı.
Batı'nın üç maymunu oynadığı soykırımlar
İngiliz Tarihçi William St Clair Yunanistan'daki soykırımlar dizisini şöyle anlatmıştı:
"Yunanistan Türkleri kendilerinden sonra çok az iz bıraktılar. Onlar ansızın ve tamamen 1821 yazında yok oldular. Bu yok oluş tüm dünyanın gözlerinden uzak oldu ve arkalarınca ağlanmadı. Bu katliam acımasızca ve tereddütsüz hayata geçirildi."
Dünya neden yıllarca bu katliamlardan habersiz kaldı? Neden özellikle de Avrupalı kaynaklarda tüm bu yaşananlar onlarca yıl sonra, kısıtlı şekilde anlatıldı?
Söz konusu Osmanlı ve devamında Türkiye Cumhuriyeti olduğunda bizlere 'insan haklarını öğretme' kibri ile yaklaşan Batılılar, tarihte kendi elleriyle işlenen suçları unutturmaya çalıştılar.
Suçları görmezden gelindikçe ve hesap sorulmadıkça da katliamlarını tekrarladılar. Cezayir'de, Bosna'da, Ruanda'da, Suriye'de, Irak'ta ve elbette onların destekleri ile Filistin'de...
Avrupa'nın sözde medeniyet naralarına aldananların, Aliya İzzetbegoviç'in sözünü kulaklarına küpe etmeleri faydalı olacaktır:
"Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı; devam eden sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur."