P
Padişahbet
Administrator
Yönetici
Tarihteki bütün büyük soykırımlar, zalim ile mazlum arasında geçmiştir. Çoğunlukla bütün büyük vahşetler bu iki taraf arasında cereyan etmiştir. Bunun dışında kalan büyük çoğunluk, bu vahşetlerden ancak bir süre sonra haberdar olabilmiştir. Kimisini yıllar sonra duymuş ya da tarih kitaplarından okumuştur. Ancak Gazze'de mazlum bir halk soykırıma uğrarken, geri kalan bütün insanlar bu kez seyirci olarak olaya şahit kılınmıştır. Canlı bir şekilde bütün dünyaya izlettirilen bu vahşet, insanların tümünü soykırımın bir parçası haline getirmiştir. Bütün insanlığı ruhen, kalben ve aklen felç etmiş, dumura uğratmıştır. Adeta milyarlarca insan hissizleştirilmiştir.
Dolayısıyla Gazze'deki İsrail soykırımı yalnızca zalim ile mazlum arasında cereyan eden bir olayın çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bu, Siyonizmin yalnızca Gazzelilere uyguladığı bir soykırım olmaktan çok daha büyük bir kötülüktür. Gazzeliler üzerinden Siyonizm, bütün insanlığı fiziki olarak değilse de ruhi olarak hedef almıştır. Adım adım tüm insani duyguları öldürmüştür. Bu büyük vahşet karşısında kalpler artık titremiyor, gözler yaşarmıyor, insanlar neredeyse artık tepki bile vermiyor. Bu yaşadığımız hal normal değil. Hepimizin insanlığı derin yaralar almış durumda.
Kanaatim o ki insanoğlu, Gazze'den sonra artık eski 'insan' olarak hayatına devam edemeyecek. Bu soykırıma şahit olmanın ve hiçbir şey yapamamanın beraberinde getirdiği o büyük çaresizlik, o derin mahcubiyet, korkarım ki uzun yıllar boyunca insanların yakasını bırakmayacaktır. Bu utanç, nesilden nesile aktarılacak, bu tepkisizliğimiz hayatımızın değişik safhalarında, farklı biçimlerde, marazlar olarak nüksedecektir.
İnsanlığın yaşadığı bu korkunç durumu anlamak için şöyle bir örnek verelim: 7 Ekim 2023'ten bu yana hiçbir haber izlememiş, dünyada olup bitenlerden habersiz 'normal bir insan' düşünelim. O normal insanın bugün haberlere baktığını ve İsrail'in Gazze'de onlarca masumu sebepsizce katlettiğini, çocukları yakarak öldürdüğünü, iki milyon insanı aç-susuz bırakarak bir toplama kampında cezalandırdığını, yardım vaadiyle bir alana topladığı insanların üzerine ateş açtığını, bu şekilde onlarca masum insanı katlettiğini görse, duysa, nasıl bir tepki verirdi? Büyük bir tepki verirdi herhalde. En azından gözlerinden yaşlar süzülür, feryat figan ederdi. Elinden ne geliyorsa yapmaya çalışır, insanlara haber verir, yüzüne bir hüzün çökerdi. Yani gücü ölçüsünde tepkisini ortaya koyardı. Sağlıklı bir insanın tepkisi böyle olurdu.
Peki dün, bugün bunlar oluyor ve olmaya devam ediyorsa ama haberlere bile konu olmuyorsa, bunun normal olduğunu nasıl düşünebiliriz? Tekrarlanan bir soykırım soykırım olma özelliğini yitiriyor mu yoksa? Değilse eğer, bu tepkisizliğimizi nasıl adlandırmak gerekir? İşte hastalık dediğimiz de tam olarak bu. İnsan olarak hepimiz Siyonizmin büyük kötülüğüne maruz kaldık maalesef. İsrail on binlerce insanı bedenen öldürürken milyarlarca insanı da ruhen katlediyor.
Bir de şöyle düşünelim: Bu olaya alışkanlık kesbetmeyen o 'normal insan', kendini paralayarak, ağlayarak tepki verseydi, buna alışmış olan bizler ona nasıl bir karşılık verirdik? Delirdiğini mi düşünecektik? Tepkisini abartılı bulup onu teskin etmeye mi çalışacaktık? 'Yeni normal bu. Öldüren İsrail çünkü, öldürülen Gazzeli. Biz alıştık, sen de alışacaksın,' mı diyecektik?
Bizler, milyarlarca insan, bu katliamla yaşamaya alıştık maalesef. Bu tür bir vahşete alışmak da, hastalıklı bir ruh hâlinin göstergesidir. Çünkü sağlıklı bir ruh, bir fıtrat; acıya, soykırıma, vahşete tepki verir. Ağlar, karşı çıkar, içi yanar, en azından hayat tarzında bazı değişiklikler olur. Çünkü normal olan budur.
Şu da var: Bizler ne kadar alışmış gibi görünsek de, fıtratın dışarıya aksetmeyen doğal tepkisi insanın içinde bir yerlerde toplanır, oralarda yaralar açar. Tıpkı halının altına süpürülmüş çöpler gibi… Orada birikir. Bir zaman sonra bu bastırılmış, içselleştirilmiş tepkiler hayatın bambaşka evrelerinde, başka biçimlerde nükseder. Nüksedecektir de…
İnsanın bu tepkisizliğinin, bu sessizliğinin, bu alışkanlığının elbette bedelleri olacaktır. Bu, farklı şekillerde, farklı derecelerde, farklı zamanlarda kendini gösterecektir. Yaşayanlar bunu görecektir. Çünkü ağlayarak, karşı çıkarak, tepki vererek, engel olmaya çalışarak aslında biz kendimizi tamir ediyor, iyileştiriyoruz. Ama bunu yapmadığımızda, halının altına süpürüp bilincimizin derinliklerine ittiğimizde, o, orada kendisine bir yuva yapar. Bambaşka zamanlarda, sebepsizce, anlamsızca, yersizce kendini gösterir. Belki de insanın çılgınca, anlamsız davranışlarının, öfkesinin, tepkilerinin temelinde aslında bu olacaktır. Ve çoğu zaman bizler, bunun, bu vahşete alışmış olmanın, zamanında ona karşı gerekli ve yeterli tepkiyi verememenin sonucu olduğunu asla bilemeyecek, sebeplerini başka yerde arayacağız.
İnsan olmak aslında sabit bir hâl değil; azalan, artan, yükselen ve alçalan bir şeydir. Zalimleştikçe, kötüleştikçe insanlığımızdan bir parça kaybediyoruz. Zulme sessiz kaldıkça, adaletsizliğe göz yumdukça, hakkaniyetten uzaklaştıkça alçalıyoruz. Bu durumda da insan olma tanımımız gitgide düşüyor. Ama merhametle, adaletle, hakkaniyetle, sevgiyle, ihsanla; mazlumun elinden tutarak, yetime dokunarak, ağlayarak insanlığımızı tamir ediyoruz. Bugün bizler, maalesef insanlığımızdan yiyor, gittikçe insanlığımızı kaybediyoruz. Gazze'de öldürülen her çocuk, bizim insanlığımızdan da bir parçayı beraberinde götürüyor. Kabul edelim ki, bugün birçoğumuzun insanlığı ağır yara almış durumda. Kötülük karşısında, zulüm karşısında gösterdiğimiz tepkisizlik bizi gittikçe alçaltıyor.
Bunu sadece Gazze ya da İsrail bağlamında söylemiyorum. İşlenen her zulüm, her cinayet, her haksızlık; ona seyirci kalan insandan bir şeyler eksiltir. Tepki vererek, karşı çıkarak, merhametimizi ve vicdanımızı diri tutarak aslında insanlığımızı korumuş oluruz.
Elbette insan her zaman aynı ruh hâlini, aynı duygu durumunu koruyamaz. Duygularımız değişir elbette; üzülürüz, seviniriz, ağlarız, güleriz. Bu insan olmanın bir gereğidir. Ama burada sözünü ettiğim şey, bu duygusal değişimin hızıdır. Bu kadar çabuk, bu kadar hızlı uyum sağlamamızın çok arızalı bir ruh halini işaret ettiğini düşünüyorum. Bu hızlı intibak, problemli bir durumdur ve insan olma tanımına uygun değildir.
- Zulme sessiz kaldıkça, adaletsizliğe göz yumdukça, hakkaniyetten uzaklaştıkça alçalıyoruz.
Dolayısıyla Gazze'deki İsrail soykırımı yalnızca zalim ile mazlum arasında cereyan eden bir olayın çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bu, Siyonizmin yalnızca Gazzelilere uyguladığı bir soykırım olmaktan çok daha büyük bir kötülüktür. Gazzeliler üzerinden Siyonizm, bütün insanlığı fiziki olarak değilse de ruhi olarak hedef almıştır. Adım adım tüm insani duyguları öldürmüştür. Bu büyük vahşet karşısında kalpler artık titremiyor, gözler yaşarmıyor, insanlar neredeyse artık tepki bile vermiyor. Bu yaşadığımız hal normal değil. Hepimizin insanlığı derin yaralar almış durumda.
Kanaatim o ki insanoğlu, Gazze'den sonra artık eski 'insan' olarak hayatına devam edemeyecek. Bu soykırıma şahit olmanın ve hiçbir şey yapamamanın beraberinde getirdiği o büyük çaresizlik, o derin mahcubiyet, korkarım ki uzun yıllar boyunca insanların yakasını bırakmayacaktır. Bu utanç, nesilden nesile aktarılacak, bu tepkisizliğimiz hayatımızın değişik safhalarında, farklı biçimlerde, marazlar olarak nüksedecektir.
İnsanlığın yaşadığı bu korkunç durumu anlamak için şöyle bir örnek verelim: 7 Ekim 2023'ten bu yana hiçbir haber izlememiş, dünyada olup bitenlerden habersiz 'normal bir insan' düşünelim. O normal insanın bugün haberlere baktığını ve İsrail'in Gazze'de onlarca masumu sebepsizce katlettiğini, çocukları yakarak öldürdüğünü, iki milyon insanı aç-susuz bırakarak bir toplama kampında cezalandırdığını, yardım vaadiyle bir alana topladığı insanların üzerine ateş açtığını, bu şekilde onlarca masum insanı katlettiğini görse, duysa, nasıl bir tepki verirdi? Büyük bir tepki verirdi herhalde. En azından gözlerinden yaşlar süzülür, feryat figan ederdi. Elinden ne geliyorsa yapmaya çalışır, insanlara haber verir, yüzüne bir hüzün çökerdi. Yani gücü ölçüsünde tepkisini ortaya koyardı. Sağlıklı bir insanın tepkisi böyle olurdu.
Peki dün, bugün bunlar oluyor ve olmaya devam ediyorsa ama haberlere bile konu olmuyorsa, bunun normal olduğunu nasıl düşünebiliriz? Tekrarlanan bir soykırım soykırım olma özelliğini yitiriyor mu yoksa? Değilse eğer, bu tepkisizliğimizi nasıl adlandırmak gerekir? İşte hastalık dediğimiz de tam olarak bu. İnsan olarak hepimiz Siyonizmin büyük kötülüğüne maruz kaldık maalesef. İsrail on binlerce insanı bedenen öldürürken milyarlarca insanı da ruhen katlediyor.
Bir de şöyle düşünelim: Bu olaya alışkanlık kesbetmeyen o 'normal insan', kendini paralayarak, ağlayarak tepki verseydi, buna alışmış olan bizler ona nasıl bir karşılık verirdik? Delirdiğini mi düşünecektik? Tepkisini abartılı bulup onu teskin etmeye mi çalışacaktık? 'Yeni normal bu. Öldüren İsrail çünkü, öldürülen Gazzeli. Biz alıştık, sen de alışacaksın,' mı diyecektik?
Bizler, milyarlarca insan, bu katliamla yaşamaya alıştık maalesef. Bu tür bir vahşete alışmak da, hastalıklı bir ruh hâlinin göstergesidir. Çünkü sağlıklı bir ruh, bir fıtrat; acıya, soykırıma, vahşete tepki verir. Ağlar, karşı çıkar, içi yanar, en azından hayat tarzında bazı değişiklikler olur. Çünkü normal olan budur.
Şu da var: Bizler ne kadar alışmış gibi görünsek de, fıtratın dışarıya aksetmeyen doğal tepkisi insanın içinde bir yerlerde toplanır, oralarda yaralar açar. Tıpkı halının altına süpürülmüş çöpler gibi… Orada birikir. Bir zaman sonra bu bastırılmış, içselleştirilmiş tepkiler hayatın bambaşka evrelerinde, başka biçimlerde nükseder. Nüksedecektir de…
İnsanın bu tepkisizliğinin, bu sessizliğinin, bu alışkanlığının elbette bedelleri olacaktır. Bu, farklı şekillerde, farklı derecelerde, farklı zamanlarda kendini gösterecektir. Yaşayanlar bunu görecektir. Çünkü ağlayarak, karşı çıkarak, tepki vererek, engel olmaya çalışarak aslında biz kendimizi tamir ediyor, iyileştiriyoruz. Ama bunu yapmadığımızda, halının altına süpürüp bilincimizin derinliklerine ittiğimizde, o, orada kendisine bir yuva yapar. Bambaşka zamanlarda, sebepsizce, anlamsızca, yersizce kendini gösterir. Belki de insanın çılgınca, anlamsız davranışlarının, öfkesinin, tepkilerinin temelinde aslında bu olacaktır. Ve çoğu zaman bizler, bunun, bu vahşete alışmış olmanın, zamanında ona karşı gerekli ve yeterli tepkiyi verememenin sonucu olduğunu asla bilemeyecek, sebeplerini başka yerde arayacağız.
İnsan olmak aslında sabit bir hâl değil; azalan, artan, yükselen ve alçalan bir şeydir. Zalimleştikçe, kötüleştikçe insanlığımızdan bir parça kaybediyoruz. Zulme sessiz kaldıkça, adaletsizliğe göz yumdukça, hakkaniyetten uzaklaştıkça alçalıyoruz. Bu durumda da insan olma tanımımız gitgide düşüyor. Ama merhametle, adaletle, hakkaniyetle, sevgiyle, ihsanla; mazlumun elinden tutarak, yetime dokunarak, ağlayarak insanlığımızı tamir ediyoruz. Bugün bizler, maalesef insanlığımızdan yiyor, gittikçe insanlığımızı kaybediyoruz. Gazze'de öldürülen her çocuk, bizim insanlığımızdan da bir parçayı beraberinde götürüyor. Kabul edelim ki, bugün birçoğumuzun insanlığı ağır yara almış durumda. Kötülük karşısında, zulüm karşısında gösterdiğimiz tepkisizlik bizi gittikçe alçaltıyor.
Bunu sadece Gazze ya da İsrail bağlamında söylemiyorum. İşlenen her zulüm, her cinayet, her haksızlık; ona seyirci kalan insandan bir şeyler eksiltir. Tepki vererek, karşı çıkarak, merhametimizi ve vicdanımızı diri tutarak aslında insanlığımızı korumuş oluruz.
Elbette insan her zaman aynı ruh hâlini, aynı duygu durumunu koruyamaz. Duygularımız değişir elbette; üzülürüz, seviniriz, ağlarız, güleriz. Bu insan olmanın bir gereğidir. Ama burada sözünü ettiğim şey, bu duygusal değişimin hızıdır. Bu kadar çabuk, bu kadar hızlı uyum sağlamamızın çok arızalı bir ruh halini işaret ettiğini düşünüyorum. Bu hızlı intibak, problemli bir durumdur ve insan olma tanımına uygun değildir.